Bir işi ustasız öğrenmek ne kadar zormuş... Ağaçları
kaynatarak bükmeye çalışırken kırıyordum. En büyük sıkıntıyı burada çektim. 1,5
cm üzerindeki kalınlıkları bükemiyordum. Bu nedenle ikinci yayımın da kasanını
lamine yaptım. Cem Dönmez'in anlattığı teknik çok uzun sürdüğü için bana uygun
değildi. Kendisinin de tekniğini geliştirmesi 5 ay sürmüştü. Başka şeyler
bulmalıydım. Bir marangoz arkadaşım, günümüzde bu işi yapan buhar makineleri
olduğunu söylediğinde bu konuda araştırma yapmaya başladım.
İnternetten ağaç bükme dersi veren iki hoca bularak
kendilerinden yardım istedim. Hocalardan birisi artık çok aşina olduğum bir
şekilde gayet ekâbir ve engelleyici davrandı. İ.Ü. Orman Fakültesinden Prof Dr.
Nusret As bey ise gayet nazik ve ilgili idi. Daha sonra bir öğrencisine Türk
Yayı yapımını tez konusu olarak verdi. Bence bu olay kültürümüze sahip çıkma
hususunun bir üniversite tarafından da sahiplenilmesi açısından milat
durumundadır. Bu nedenle Prof. Dr. Nusret As Beyefendiye bu sayfalardan ayrıca
teşekkür ederim. İnternetten araştırarak basit bir buhar aparatı yaptım. Sonuç,
şaşılacak derecede başarılı olmuştu. Sevincimi Nusret Beyefendi ile
paylaşmıştım. Bu arada yay yapımı devam ettiğinden kızağa koyduğum 2. ve 3.
yaylar da lamine kasanlı olmuşlardı. Bu yaylardan "Koreli" adını verdiğim yayı
asa gezinde 60. santimde bırakıp gitmiş ve ertesi gün atölyeye girdiğimde
kırılmış olduğunu görmüştüm. Bu da bana alıştırılmakta olan yayın sıcaklık
değişimlerine karşı ne kadar hassas olduğunu acı bir şekilde öğretti.
Sıcaklık farkından dolayı mevta olan "Koreli"
Büktüğüm ilk kalın ağaç
Günler geçiyor ve ben çalışmalarımın tüm sonucunu Kemankeş grubu ile
paylaşıyordum. Murat Özveri doküman, Erhan Kaşkaya deri gönderiyor, Yılmaz
Cebecioğlu boynuz bulabileceğini bildiriyor (hala bekliyorum Yılmaz Bey), hiçbir
şey yapamayan ise teşvik ve takdirlerini belirtiyordu. Kendisini bana asistan
ilan eden makine mühendisi Süleyman Ulaşoğlu
Çamlıbel de Ulaşoğlu'nun yayı atışta. Solda Metin Orhan
için akasyadan bir yay yapıyor ama
ölçüyü kaçırdığımız için "kepaze" olarak düşündüğümüz yay bizi kepaze ediyordu.
O yayı Çamlıbel'de Metin Orhan'ın ve Hilmi Arıç'ın (sonradan Türkiye'nin ilk
atlı okçusu olacaktır) katılımıyla yaptığımız menzil atışlarında denediğimizde,
yayın Kore menşeli sentetik Samick'lerden hiç de aşağı kalmadığını
gözlemledik. Şimdi bu yay Sivas'ta Hilmi Arıç'ın "menzil kemankeşi" olarak
yetiştirdiği bir pehlivan tarafından kullanılıyor. O etkinlikte tanıştığımız
Hilmi Arıç ile sonradan Türk Okçuluğu ile ilgili sık sık bir araya gelecek ve
kafa yoracaktık. Hilmi kardeşimizi Metin Orhan keşfetmiş, ok atmayı öğretmiş,
hatta at üzerinde ok attırarak Türk Atlı Okçuluğunun temellerinin atılmasına
vesile olmuştu. O tarihte Cumhuriyet Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencisi olan
Hilmi Arıç'tan akademik anlamda çok şey bekliyorum.
Selcen Hatun'un ömrü iki ay oldu
Koreli'nin hemen arkasından yaptığım "Selcen Hatun" sebebini anlayamadığım bir
asimetri kusuru ile tamamlanmıştı. Diğerleri gibi bu yayı da iki aylık bekleme
süresinden sonra açmıştım.Umduğumdan hızlı ve ümit verici olan bu yay da
burkulma sorunu yüzünden iki ay sonra kırılınca moralim cidden bozulmuştu.
Muayenehanemi kapattığım için atölyeyi Sanayi Çarşısında bir yere taşımıştım.
İşler çok kötüye gitmiş, yazın korkunç sıcak, kışın çok soğuk olan bu yer
nedeniyle çalışmalarım bir yıla yakın süreyle durmuştu.
Bir yıl sonra bodrum katında atölyesi olan yeni evime taşındım. Son kırılan yay
moralimi bozmuştu. Daha rahat bir yay yaparak moral bulmalıydım. Hilmi Arıç ile
uzun zamandır Selçuklu Dönemi yaylarının nasıl olduğu konusunda fikir teati
ediyorduk. Sonuçta onun bulduğu bir minyatür üzerinden yola çıkarak yeni bir yay
yaptım. Yay gayet rahat atımlı olmuştu. "İleride kuracağımız bir bayan takımında
kullanırız" düşüncesiyle siniri iki kat ve boynuzu ince döşedik. Biraz Moğol
havası olmakla beraber yay, özgün bir şey olmuştu. Gerçek Selçuklu yayı bir gün
bir kazıdan çıkıp gelene kadar bu yayı "Selçuklu" olarak adlandırmaya karar
verdim. Sonradan yapım hatası nedeniyle meremmet etmeme rağmen halen hedef atışı
ve eğitim amaçlı kullanıyoruz. İlk fırsatta daha iyisini yapmayı planlıyorum.
Selçuklu' yu hala başlangıç yayı olarak kullanıyoruz
Bir gün, kendini bu işe veren tam bir kemanger hamisi güzel insan Metin Orhan,
elinde Mustafa Kani Efendi'nin Telhîs-i Resâilü'r-Rümât'ı ile tekrar çıkageldi.
Osmanlıca bilen bir arkadaşla
yay yapım kısmını tercüme ettik ve Kemankeş grubuna gönderdik. Kitaptan çok
faydalanmakla beraber yay işinden hiç anlamayan birinin gözlemiyle yazılmış
olduğunu düşündüren hatalar vardı. Kitabın tamamının tercümesi için tarihçi bir
arkadaşa teslim ettim. Bir yılı geçti hala haber yok.
Selçukludan sonra işler yine yolunda gitmedi. Akçaağaç yokluğu nedeniyle
Ankara'lı bir keresteciden aldığım ve onun Rus Akçası olduğunu iddia ettiği bir
ağacı kabza olarak kullandığım bir yay, halka yaparken kabza dibinden, bir diğer
yayım daha tepeliğe alırken sal ortasından kırıldı. Otopside boynuzu düzeltirken
yaktığımı fark ettim. Bunların hemen ardından 6 ay beklettiğim çok iddialı bir
yayımın boynuzu da tepeliğe alırken delamine oldu (kat kat ayrıldı).
Tüm bu boynuzlar yerli hayvanların eğri büğrü boynuzlarından binbir zorlukla
düzeltip kullandığım boynuzlardı. Muhtemelen düzeltirken yakmıştım. Sonuçta çok
kaliteli olmadıkça yerli boynuz kullanmamaya karar verdim. Delamine olan boynuzu
1 mm ye kadar düşürüp yayı kurdum. Çok şirin bir şey olmuştu. Hatta bir arkadaş
"cebine koy git" demişti. Ama yay beklediğim performansı göstermedi. Kendisini
ATARN'dan tanıdığım Adam Karpowicz'e yazarak fikrini sordum. Adam'dan aldığım
fikirle yayın tüm sinirini söküp tekrar sinir vurdum. Şimdi halkasında, bir
yıllık uykusunda...
Nazikçe soruma cevap veren Adam, benden yazacağı kitap için önceden çekip
ATARN'a yolladığım yay tomografilerini istedi. Böylece kendisiyle uzun zaman
devam etmesini temenni ettiğim bir diyalog başlatmış olduk. Adam sayesinde
çektiğim tomografilerin daha dünyada ilk kez yapıldığını öğrenecek ve bunu daha
sonra Kore'deki uluslararası bir seminerde sunacaktım. Kore organizasyonunu
yapan ve gitmek için beni ikna eden Metin Ateş sayesinde hem ülkemizi temsil
etme şerefine nail olup hemde güzel arkadaşlar edindik. Bu tomoğrafiler bana ve
diğer yay yapımcılarına eskilerin tarzında yay yapabilmek için daha çok uzun
zaman çalışmamız gerektiğini de öğretmiştir.
Boynuzsuz yay (Celibon)
Yaklaşık bir yıl önce Metin Orhan Hoca'nın teşviki ile ebay'dan bir Türk yayı
aldım. İlk açık arttırmaya birlikte katılmış ve yayı 1350 dolara birine
kaptırmıştık. Telefonun öbür ucundan Metin Hoca arttırmada isteksiz davrandım
diye çok kızmış ve yayın gittiğine çok yanmıştı. O kadar kızdı ki yanında olsam
telefon kablosunu boynuma dolar ve asil kanım zayii olmasın diye beni kan
dökmeden boğardı. Ama yay dönüp dolaşıp daha ucuz bir fiyata elime geçti. Onu da
tomografiye soktum. Hızımı alamayıp derisini de kaldırarak eski teknikler
konusunda hayli fikir sahibi oldum. Bundan böyle yaylarıma onu model almaya
karar verdim. Son olarak, sentetik yaylara alternatif olup olmayacağını merak
edip bir tane boynuzsuz yay yaptım.
Yay çok rahat atımlı oldu. Onu at üzerinde ok atması için Hilmi Arıç'a verdim.
Rahat çekimli bu yaya Sivaslılar "Celibon" adını vermişler.
2008'in Eylül ayında katıldığım Kore Dünya Geleneksel Okçuluk Festivalinde Adam
Karpowicz'in yapmış olduğu bir puta yayı gördüm. Yay, yarışmalarda kullanmak
için çok kuvvetli idi. Sahibinden öğrendiğim kadarıyla kirişlendikten sonra
burkulmaması için özen gösterilmesi gerekiyordu. Bu nedenle kendim veya ilerde
Kore benzeri yarışmalara katılmak isteyenler için çekiş ağırlığı en fazla 25-30
kg olan hızlı yaylara ihtiyaç olacağını düşünerek ilk fırsatta bu iş için uygun
olacağını tahmin ettiğim Kırım-Tatar yayını da diriltmeye karar verdim.
Bu üç yılın sonunda elimde çalışan üç, halkada iki yayım var.
Sekiz yay denemesinin 5 ini başarmış, ikisini yaparken, ikisini kullanırken
kırmışım. Üç yıldır elimde hiç ciddi bir Türk yayı yok ama sekiz yaylık bir
bilgi birikimi var. Yanlış ağaç seçimi ve kötü boynuz yüzünden kırılan son iki
yay, tamamen elimdeki eski yayın kopyaları idi. Bu nedenle kemanger adaylığımın
bundan sonraki kısmı için bazı kararlar aldım:
Birincisi mecbur kalmadıkça ithal boynuz kullanacağım. Paraya kıyıp gayet kalın
manda boynuzları getirttim ve şimdi bunlarla yay yapacağım.
İkincisi ise hiçbir yay halkasını bir yıldan önce açmayacağım.
Metin Ateş'in bu yazıyı okuduğunuz sitenin de yer aldığı okçuluk ağını kurması,
okçuluk kültürümüzün gelişimine olduğu kadar yay yapımı işine de ciddi bir ivme
kazandırdı. Okçuluk camiası internet sayesinde hızla genişledi. Siteden
etkilenip kemanger adayı olmaya niyetlenen beş kişi ile yazışmaya başladık. Bir
tane de Tokat'tan el becerisi çok iyi olan bir arkadaş geldi. Sonuçta Türk
Yayının Türkiye'de yeniden doğması çalışmalarında tünelin ucundaki ışığı gördük.
Bir gün okmeydanları yeniden kurulacak ve şemendamlılar, tarzı haslar yeniden
uçacak, reis-ül meydanlar gülbanklar okuyup kabzalar verecekse, bizim bir çok gavsi yetiştirmemiz lazımdır. İnşallah önümüzdeki yıllarda birçok kimsenin yay
yaptığını, yayların kabza aldığını görecek ve hep birlikte sevinç gözyaşları
dökeceğiz. Ben bu uğurda üstüme düşen her şeyi canla başla yapacağım konusunda
tüm kemankeş camiasına söz veriyorum. Artık hiçbir şey işe başladığımız
zamandaki gibi kasvetli, karanlık ve can sıkıcı değil. Yaşasın Türk Okçuluğu.
Yaşasın kemankeş ve kemangerler. Yaşasın emeği geçenler ve destek verenler.