Kemankeş Oradaydı - MHIT 4 İçin Yeniden Macaristan (Y. Metin Aksoy)
E-Posta:

Kemankeş Oradaydı - MHIT 4 İçin Yeniden Macaristan

Y. Metin Aksoy - 08 Şubat 2011 Salı

Nasıl ve neden olduğun bilinmemekle beraber şubat ayı yaklaşırken içimde Engürüs ayazını tekrar yemek Pali Posta ile sempatik ailesini tekrar görmek ve Macar biraderler ile yeniden yarışmak için müthiş bir istek hasıl olmaya başladı. Bu defa soğuk, çamur,mali kriz gibi ıvır zıvır bahanelerimi hiç kale almayan hatun ve iki kımıl zararlısı kızım da bana yazılınca ZMA ile kafa kafaya Engürüs'e kaçıp Vaci Utca'da Çek hatunlarına "Uyvar Önünde Bir Türk Gibi Güçlü" veciz sözünü ispat etme gibi hayallerimizi bir başka şubata erteleyip (aslında sadece sert yayları nasıl gerdiğimizi gösterecektik ehehee) artık kendine "büyük biraderim" dediğim Pali'nin zırt pırt bizi ağırlamaktan dolayı "Turkish Residance" diye adlandırdığı Törökbalint'teki sütüdyo evine kendimizi davet ettirdik. Niyetimiz iki Tazmanya Canavarı ZMA evladı dahil olmak üzere sekiz Türk vatandaşını bir hafta ağırlayıp ağırlayamayacağını test etmek ve başarırsa onun Nirvana'ya erdiğini görerek mutlu mesut olmaktı, yani hepsi, aslında onun içindi. Ama Pali bizim gelmemiz için son derece istekli davranıyor hatta büyük kızımın vizesi için birkaç kez Ankara konsolosunu bile arıyordu. Bu şevkle yaylar kuruldu oklar hedefe koyuldu. Son MHIT macerasında aldığımız dersle "bu defa ilk yirmideyiz inşaallah" deyu idman eyleyerek hazırlanmaya başladık. Yarışacak olan küçük kızıma bir cinlik yaparak üç parmak çalıştırdım. Zihgirli küşadın MHIT gibi kısa mesafeli yarışmalarda dezavantaj sahibi olduğunu düşünüyordum. Macarlar okun üzerinden gezlemek gibi bir avantaja sahiptiler. Biraz ondan biraz da işi ciddiye alıp fevkalade idman etmelerindennaşi Busbeck ‘in bahsettiği Osmanlı okçuları gibi 15 adımdan üç oku birbirine değecek kadar düzgün atacak kadar hüner sahibi olduklarını evvel senelerde temaşa eylemiştik. Vallahi üç yıl evvelin MHIT şampiyonu 65'lik delikanlının sağ el orta parmağı kiriş çekmekten davul tokmağı gibi olmuştu ki buna bizim günde yarım saatten otuz günlük idman neylesindi... Bizim yarışmadan önceki dört günü Budapeşte'yi gezip tozarken Macarların zehir gibi idman yapıyor olmasından mıdır yoksa bundan mıdır heyhat, kader ağlarını örecek rüzgar ters esecek hakem hakkımızı yiyecek ve ilk yirmi gene bir başka MHİT' e kalacaktı.


ZMA ve gıcık sarı Puntou o kilisenin önünde ne arıyor bunlar hımmmm?

ZMA bütün Budapeşte gezisini ucuz biletinden seyahat proğramına kadar ayarlamıştı. Ferihegy Havalimanından çıkışta bizi karşılayan Macar güzeli bir araç kiralama servisine minibüsle götürüp altımıza birer punto çekti. Ardından ZMA da elime bir Walki-tolki mi ne karın ağrısı cihaz tutturup "abi bunu al beni gözden kaybedersen şuraya bas konuş şimdi GPS ile 20 dakkada Pali'nin evine ineriz" deyince "ulan bu da Türkse ben de Japonum" diyip adama tuhaf tuhaf bakmaya başladım.Bu arada o sarı puntosuna atlayıp gazlamıştı bile

Uyvar önünde Türk gibi güçlü olamadım ama Buda sokaklarında Türk sürücüsü gibi dehşetli olmayı başardım. Nıhahahaaa eğer arabada bir Türk sürücü olduğunu bilseler Macarlarla tekrar kapışırdık herhalde. Hayatımda bu kadar korna ikazı duyduğumu hatırlamıyorum ne hata yaptığımı bile anlamıyordum heheheeeaaa. Ama ZMA'nın dediği gibi akşam saat 18 gibi Pali'nin evine vardık. Ol dehşetli ve sıkıntılı araç yolculuğundan sonra GPS'de "sağa dön ve sağa dön" diye konuşarak bize yolu tarif eden kızcağıza teşekkür bile ettim ama ZMA onun dijital kayıt olduğunu gerçek biri olmadığını söyledi. Beni kandırıyor mu acaba bu herif diye kıllanmamı artırmaktan başka işe yaramadı bu konuşma. Posta ailesi tam tekmil bizi karşıladılar. Yemekler hazırlanmış ev ısıtılmış yataklar serilmişti. Ev mutfağı domuzdan ari gıdalar ile tıka basa doluydu. Ol saat bu Macar milletinin gerçek Türk olduğuna iman edip ben dahil ZMA'nın da Türklüğünden huylanmaya başladım. Çünkü son gittiğimde ZMA bana İstanbul'daki evinde kereviz yedirdiydi. Yemekten önce tam bir hediye keşmekeşi yaşandı. Herkes Posta ailesini hediyeye boğarak öldürmeye çalışıyordu sanki.


Biraz sonra tamamen buzlarla kaplanacak olan dağ yolunun asfalt henüz görünüyorken çekilebilen fotosu. Bu fotoğraf çekildikten hemen sonra az ileride buz patenine dönen yolda şöförün eli direksiyona yapışacak, yolcuların elleri ise duaya kalkacaktır.

Sabah kahvaltıyı takiben yine GPS nam aletin içindeki muhterem hanfendinin kılavuzluğunda Szentendre, Visegrad ve Estergon için yola çıktık. İlk durak Tuna kıyısındaki Szentendre idi. Burada sağolsun hatun ve kımıl zararlıları cüzdanımdaki şişliği biraz aldılar. Cüzdanın şişkinliği azalınca arka cebimin üzerinden siyatik sinirime yaptığı baskı biraz azaldı ve kalça ağrılarım geçti. Artık Estergon için hazırdım. Kılavuz bayanın üç beş kilometre kısa diyerek bizi dağ yoluna vurup bir müddet sonra tamamen buz kaplı bir pistte sürüş yapmaya zorlamasıyla yolculuk kabusa dönüşüyordu ki okunan ayet el kürsilerin Gül Baba ve bu ellerde şehid olan bütün müslümanların himmetiyle anayola çıkıp kaybettiğimiz vakitten sonra Visegrad' ı atlayıp Estergom a (Macarlar yanlışlıkla Esztergom diyorlar) vasıl olduk. Kaleye çıkıp ağlaya zırlaya ve sümüğümüzü çekerek

"Biz böyle kalayı bre dilber aman vermezdik ele
Akma Tuna akma bre Şahin aman ben bir dertliyim
Yar peşinde koşan giden Şahin aman yandım kara bahtlıyım"

diye türkü söylemek planımız soğuk havadan dolayı "amaaan ne iyi etmişiz de vermişiz buralarııı gıçuımız donuyo yahuuu" nidaları arasında Tuna' nın donmak üzere olan sularına düşüyor ve biz bir süre daha Kalayı karşı kıyıdaki Slovakya' yı ve hayallerimiz ötesindeki Uyvar'ı (şimdi slovaklar yanlışlıkla Nove Zamky mi ne diyorlar ) açlıktan ve gelmeyen yardımdan dolayı kaleyi verip Budin'e çekilen Osmanlı askerini hayal ederek soğuk havadan dolayı bir Preszo ya atıp Fransız keklerini yutarak kendimizi teselli ediyorduk.

Estergon Kal'ası

Zaten şehir sonunda Nemçeli ye değil garındaş Macara kalmıştı ya olsundu. Dönüşte GPS'deki kızın yalvarmalarına aldırmadan ana yoldan Budin'e döndük. ZMA yine bir numaralar çevirip Müslüman bir Macar olan Aaron (kısaca Harun diyolar) bulmuş ve bu çok iyi Türkçe konuşan ve bir anda kendisine ısınacağınız genç adam kılavuzluğunda bizi helal yiyecek satan bir şarküteriye attırmıştı. Aynı zamanda Harun'a daha yeni basılmış ve mürekkebi kurumamış Macarca Kuran-ı Kerim bile temin ettirmişti. Daha sonra bunların birini İstanbul'dayken İslam eserleri müzesinde yazma kuranları görüp "yahu bunlar bize tanıdık geldi" diyen Posta'lara hediye edecekti. Alışverişi takiben eve dönüp köfte yaparak Macaristan da ilk eti yemeyi başaracaktık. Yemekten sonra büyük sürpriz WTAF şampiyonu Joszef Monus bizi ziyarete geldi. Jozi'nin gelmesiyle çok neşelendik. Bu okçuluk çılgını, harika adamdan etrafa müthiş bir neşe akıyor. "Süper" ve "no problem"den başka İngilizce bilmeyen Jozi sanki anliyormuşuz gibi bizimle sürekli macarca konuşuyor bizde sanki anlıyormuşuz gibi ona ingilizce cevap veriyor ve böylece "körler sağırlar birbirini ağırlar" deyiminin Macar versiyonunu yaşıyorduk. Bize heyecanla yaptığı modern siperi, değişik okları gösterip heyecanına ortak ediyor, Kurultay da attığı 600 metre mesafeyi kaydettiremediğinden dert yanıyordu. Pali'nin tolmaçlığında (eski Türkçede "tilmaç") İstanbul' a gelip 900 gez atıp tekkeye kayıt olmak istediğini anlattığında pis pis sırıtıp tekkenin ve defterin çoktan hakkın rahmetine kavuştuğunu anlatamıyorduk tabi ki. Ama içimdeki hırt adam eski püskü bir defter ayarlayıp bir de yaşlı sakallı imamı şeyh efendi diye yutturaraktan bir tören düzenlemek gibi meşum bir planı düşünmeye başlamıştı bile. Joszef Monus (oku bakiyim Yosef Monuş) ertesi gün bizim ile birlikte Feketeerdö'ye Grozer'e gelmek istiyordu. Arabasının kaloriferi bozuktu. Bizle gelip dostumuz Grozer Csaba'nın (biz kısaca Çabi deyoz) yeni yaptığı Türk yaylarını kendi siperi ile denemek istiyordu. Siper üzerine uzun bir sohbetten sonra herkes yattı uyudu.
 
Sabah hatunlara bolca Macar parasını sus payı verip onları bir alışveriş marketine şutlayıp ZMA, Jozi ve ben Feketeerdö'ye doğru yola çıktık. Yol boyu bize sürekli Macarca bişeyle anlatan Jozi'yi bildiğimiz Macarca şarkıları söyleyerek susturup (Kossut Lajos azst Üzente, Tavaszi szel vizeth arazst, A bundanak ninch gallerja, okadar csalıstım bukadar ukalalık yaparım vs gibi) malikane-i Grozer'e vasıl olup Çabi ve sevimli asistanı Noemi ile tekrardan dünya gözü ile şükür buluştuk.

Kemankeş taifesinin gide gele yol eylediği Feketeerdö (Kara Orman) Avusturya sınırında küçük şirin bir kasaba olup, on yıl öncesine kadar çiftçilikle uğraşan halkı yeni açılan fabrikalara işçi olarak girdiğinden tarlaları geniş otlaklar haline dönüşmüş durumdadır. Statüsü köy olan bu kasaba da diğer Macar köyleri gibi çamurdan ve tezekten ari, yolları asfaltlı evleri bakımlı olup bize her gittiğimizde "dolaştım diyar-ı İslamı bütün viraneler gördüm" sözünün canım ülkemin kırsal kesimi için halen geçerli olduğunu hatırlatıp durmaktadır.


Ben, ZMA, Çabi ve Jozi

Oniki yaşından beri kendini gerek sentetik gerek organik malzemeden yay yapımına adayıp bu işi meslek edinen Grozer birader ve değerli eşi ile sekreteri bizi canı gönülden karşıladılar. Noemi yapmış olduğu tavuklu böreğin tavuklarının boyunlarının kesilerek halledildiklerini diğer gıdalarda domuza ait hiçbir katkı bulunmadığını peşinen bildirdiğinde masada mevcut bulunan nefis tatlı ve tuzlu taamı Türk insanının meşhur iştah şöhretine zeval gelmemesi için silip süpürüp üstüne de birkaç litre elma suyunu içtik. Ol vakit gözümüzün önü ışıdı ve kendimizi yeniden tir-i keman işlerine verebildik. Çabi birader müzeden beş adet Türk yayı alıp birebir kopyalarını çıkarmış. Her birine denk düşen değişik malzemelerle beş adet sentetik yay yapmış. İşte kemankeş taifesi olarak biz bu yaylara not verip hangisini beğenirsek onu imal edecekti. Bu defa Çabi kendini aşmış ve asıl yapanı gelse ayırt edemeyeceği kadar kusursuz yay taklitleri yapmıştı. Yayları alıp arabalara atlayıp Çabi'nin yeni satın aldığı, Tuna kollarının biri olduğunu sandığım güzel bir nehir kenarındaki devasa araziye intikal ettik. Çabi burada atlar, eşekler, Macar sığırı gibi bir takım hayvanat besliyordu. Sağda solda yazın yapılan etkinlikler için hazırlanmış yurtlar, kütük evler, saman hedefler mevcuttu. Küçük bir dere yatağına maket hayvan hedefleri (kimi zevat 3D hedef diyor efeeem)yerleştirilmişti ki buranın( çimenlerinin hassas bir tetkikinden) atlı okçuluk için ayrıldığı anlaşılıyordu. Çok uzakta yaklaşık bir metre boynuzu olan devasa bir boğa maketi vardı. "Oha ulan bunu vurmaya ne var neredeyse traktör kadar var" derken maket kalkıp üzerimize doğru gelmeye başladı. Meğer ol maket sandığım şey gerçek bir hayvan imiş amma ömrümde böyle bir şey görmedim. Bunu kurban etmeye kalksak kafasını boynuzundan naşi yere dayamak ne mümkün? " Kışt, hoşt" gibi kelimelerin Macarcası ile bağırıp hayvanı uzaklaştırdık da ok meydanına varabildik. 


Boğa Azmanı

Jozi Monuş kısa ve uzun menzil okları yapmıştı. Yaptığı siperi kullanarak kısa okları ve sipersiz olarak uzun okları attı. Sonuçta siper ile attığı bir ağaç ok ile 305 metreyi gördük. Bu 50 lb sentetik yay ile çok iyi bir sonuçtu. Jozi çılgına döndü hepimize tek tek sarılıp bağıra çağıra suyumuzu çıkardı. Bu arada Noemi'ye biraz daha fazla sarıldığı vehametine kapıldım ama olsundu bir gün sıra bize de gelebilirdi.

Günün anısına resimler çektirip tekrar Çabi'nin ofisine döndük. Türk ve Macar tarihi, dilimizdeki ortak kelimeler, birlikte yapmayı düşündüğümüz etkinlikler, planlar, hayaller ile geçen birkaç saat sonra sipariş yayları alıp gittiğimiz için ağlamaklı olan Noemi'yi de iyicene sarılıp teselli ederek (zinhar günah olduğundan bende de sevap bol olduğundan bu işi mecburen üstüme aldım) Budapeşte'ye yola çıktık. Biz eve döndüğümüzde hatunlar ve kımıl zararlıları yaptıkları alışveriş ve beylere zarar açma işlerinden gayetle memnun, mesut ve bahtiyar bir halde oturuyorlardı. Yüzlerindeki mutluluk ifadesi uğradığım zararın büyüklüğüyle doğru orantılı olmalıydı. Derin bir nefes alıp ve soğuk bir bardak su içerek ertesi günkü Budapeşte gezisini planladık. Biz gezip tozarken Macar boş durmuyor idman yapıyordu tabii ki.

Buda ve Peşte güzel yerlermiş. Buda bilhassa daha güzel. Estergon gibi subaşı durak iki tepesi var. Birinde Kalesi ve devasa katedrali mevcut. İlk durak Kalede bulunan Osmanlının son Buda valisi ve kale komutanı 75 yaşında elinde silah ile Budin'i savunurken şehit düşen Arnavut Abdi Paşa' nın mezarıydı. Macarlar dahi kendisini takdir edip mezarını korumuşlar. Mezar taşında "kahraman düşmandı rahat uyusun" yazıyor. Takdire şayan bir hareket. Ama kale içinde yüzyıl başında yapılan heykellerde Nemçe ordusunun askerlerince çiğnenen Osmanlı askerlerini görmezden gelmeye çalışıyoruz ve şimdiki Macarlar olsa yapmazları belki de Avusturya'lılar dikmiştir felan deyip kendimizi avutuyoruz. Askeri müzeyi çok fakir buluyoruz. En eğlenceli şey Call of Duty 4'te en sevdiğim silah olan urus otomatik tüfeğini burada görmek ve elime almak oldu. ZMA ile birlikte urus askeri olup Nemçe birliklerine ölüm yağdırdık. Onlarla birlikte savaşan Macar kardeşlerimizi vurmadık tabii.


Abdi Ali Paşa'nın mesarı Askeri Müze'nin hemen girişinde. Müzenin içindeki tüfekleri kapıp ZMA ile ölüm yağdırdık.

İkinci durak Gül Baba Türbesi oldu. 1531 de Budin'e gelip yerleşerek halkın sevgisini kazanmış bu Bektaşi şeyhinin şu anda bile Macar ve Türkleri birbirine bağlayan halkalardan biri olduğunu hayretle gördük. Türbedeki anı defterine Macar bir hanım tarafından "Gül Baba bizi kutsa" yazılmıştı. Soğuk hava yüzünden gezinin devamını bir alışveriş merkezindeki Türk Restoranında tamamladık.

ZMA'nın küçük evladının turist diaresi olup saatte bir bez değişimine ihtiyacı olduğundan zavallı ertesi gün Paks şehrine gitmek üzere sabahın seherinde hazır olamadı. Pali kardeşin peşine takılıp iki saatte Tuna boylarında bulunan şehr-i Paks'a vasıl olup spor salonunda bize ayrılan bölümde tarihi kıyafetlerimizi giyerek yarışmaya hazır olduk. Bu yarışma milletler arası mahiyette görünse de Slovakya, Sırbistan ve Romanya'dan gelenler hep Macarlardı. Birinci dünya savaşında Macarlar da bizim gibi yanlış ata oynadıklarından aynı bizim gibi yenilmedikleri halde yenik sayılmışlar ve Paliciğimin dediği gibi gerizekalı bir Fransız bürokrat sınırları çizerken Macarların %20'sini dışarıda unutmuştu. Türk Macarlarıyla beraber toplam beş ülkenin Macarları o gün çocuklar gibi şendik. Pali'nin ülkeleri anonsu sırası bize gelince muhteşem tezahürat aldık ki bunda onun bizim hakkımızda sarfettiği güzel sözlerin büyük etkisi vardı. Etraf hep tanıdık yüzlerle doluydu.Slovakya'dan Bogarlar Fekete Solyom'dan müteşekkil bir ekiple oradaydılar. Peter Bogar yaklaşık 2 kilo ağırlığında bir 135'lik Hun yayı getirmişti ki evde ne kadar eski tencere varsa hepsini delip duruyormuş. Bana o yayla atış yapmamı teklif ettiğinde önceki gün mercimek çorbası ve kuru fasülye yediğimi ol sebepten başka zaman atmamın havanın kirlenmemesi açısından daha uygun olacağını belirterek nazikçe teklifini reddettim. İlk olarak puta yarışması yapıldı. Artık putanın MHİT geleneği adayı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Şimdi sıra putayı WTAF'a koymada. Puta hedefi ZMA tarafından hazırlanıp basılıp getirilmişti. Pali 2/3 boyutlarında putayı 20 metreye koyup kendince bir puanlama sistemi yapmıştı. Bu sisteme göre üst yuvarlak 10 alt yuvarlak 8 puan, yuvarlakların dışındaki alan 5 puandı. Ödül ise bizim Sivas'ta yaptırdığımız Türk tirkeşleri idi. Sağ olsun Hilmi Arıç ilgilenip işi takip etmişti. Nakışçı ustanın işi kısa sürede kotarmasına rağmen tirkeşler birinciler tarafından beğeni ile kabul edildi.


Sırtı dönük ben fakir

Putada tek şansım alt yuvarlağa üç ok atıp 24 puan almak olabilirdi. Üst yuvarlağın bölgesi dar olduğundan ıska durumunda evdeki bulgurdan olacaktık. Nitekim nice Macarın üst yuvarlağa atma gözü karalığının sonucu elendiğine şahit olduk. Amma ve lakin 20 metreden yumruk irisi hedefe 3 ok benim harcım olmadığından 15 puanla kaldım. Daha sonra turnuva şampiyonu olacak Macar ise üsteki yuvarlağa 3 oku birbirine sürttürecek şekilde düzgün atarak yarışmayı kazanıyor ve birazdan başlayacak olan asıl yarışmanın nasıl geçeceği hakkında bizi fikir sahibi yapıyordu.

Asıl yarışma başladığında her şey ben bu filmi evvelden görmüştüm dedirtecek kadar aşina idi. Yüz kadar erkek katılımcının olduğu yarışmada 10 küsur Macar manyak, kreyzi, çılgın denecek güzellikte atıyordu. Herşey bir anda olup bitti. Birincinin 175 felan attığı yarışmada 119 atarak yarışmayı tamamladım. Sanırım ilk 50 ye girmişimdir. Ama ilk on dışındakilerle kimse ilgilenmedi zaten. Fakaat 14-18 yaş bayanlarda bizim kımıl zararlısı sürpriz yapıp bir çok Macar delikanlısından dahi iyi atarak 139 puanla ikinci oluvermesin mi? Taife-i Macar için çok büyük sürpriz oldu. Bunun arkasındaki asıl kişi bendim. Çünkü dar vakitte kıza zihgir kullanmayı öğretmek yerine şimdilik "Macar ol" bakıyım diyip üç parmak çalıştırdım. Zaten modern okçuluk geçmişi de olduğundan ikinci oluverdi. Bu da kısa mesafede üç parmak atışın zihgire göre daha avantajlı olduğu hususundaki görüşümü destekliyordu. Ardından hatun kişi de ilk 5 e kalıp ikinci sürprizi yaptı. Çalışmanın karşılığını alıyorduk. Bu iki olay benim vasat atışları örttü ve yarışmayı bir ikincilik bir dördüncülük alarak tamamladık.


Ana yarışma sonrasında ZMA diare sorununu aşıp dağları geçip Paks'a vasıl oldu. Kendisinin Macardan gördüğü ilgi müthişti. Mesudiyeli olmasa göçmen bir Macar ailesinin torunu bile diyebilirdim. Adam salonun yarısını tanıyordu neredeyse. Millet hoş geldin sırasına girdi. Bir süre sonra her ülkenin birincisi uluslararası yarışmaya katıldı. Doğal birinci olan ben fakir sonuncu olmasam yeter diyerekten oflaya puflaya yarışıp sonunculuğu Slovakya birincisi ile paylaşıp züğürt tesellisi ile günü bitirdim. Pali bir dahaki sene gelirsek bir 1453 hedefi yapıp yarışmaya koyacağını söyledi. Anlaşılan onun da pek samimi olduğu Grek bir arkadaşı yoktu. Ama seneye yarışma Mohaç ta olacaktı. Biz de nezaketen Mohaç'a gelmeyi reddettik. 1453 hedefini ise Törökbalint'e koy dedik. Akşam saatlerinde bütün Macarlar vedalaşıp arabalarımıza giderken bir sonraki MHİT te ilk ona girmeye kendi kendime söz verdim. Tıpkı beş yıl önce zayıflamak için kendime söz verdiğim gibi eheheee


Y. Metin Aksoy yazıları

Son Yazılar
  • Federasyonun Qinghai Seferi (Kemal Cebecik)
  • 5. Dünya Geleneksel Okçuluk Festivali (WTAF), Kemankeş ve Türk Okçuluğu Birliği (Y. Metin Aksoy)
  • Ok, Yay, Puta ve Ben (Özlem Uçan)
  • Vakıflar Haftası ve Okmeydanı (Z. Metin Ateş)
  • Türk Tipi Örme Zırh Yapımı (Gökmen Altınkulp)
  • Ok ve Yayın Türk Devlet Geleneği ve Hakimiyet Anlayışındaki Yeri (Erkan Göksu)
  • İstanbul'un Fethine Davetlisiniz (Kemankeş Arşivi)
  • Başkurtlar Hakkında (Azat Kuldevlet)
  • Bazı ağaç odunlarının fiziksel özellikleri (İlkay Demirhan)
  • Törökbalint günlüğü (Şafak Tavkul)
  • Bursa'da okçuluk (Ahmet Tepehan)
  • Kaynak belirtmek şartı ile içeriği kopyalayabilirsiniz. Kemankeş® markası tescillidir ve tüm hakları saklıdır.