Kemankeş Oradaydı - MHIT 4 İçin Yeniden Macaristan
Y. Metin Aksoy - 08 Şubat 2011 Salı
Nasıl ve neden olduğun
bilinmemekle beraber şubat ayı yaklaşırken içimde Engürüs ayazını tekrar yemek
Pali Posta ile sempatik ailesini tekrar görmek ve Macar biraderler ile yeniden
yarışmak için müthiş bir istek hasıl olmaya başladı. Bu defa soğuk, çamur,mali
kriz gibi ıvır zıvır bahanelerimi hiç kale almayan hatun ve iki kımıl zararlısı
kızım da bana yazılınca ZMA ile kafa kafaya Engürüs'e kaçıp Vaci Utca'da Çek
hatunlarına "Uyvar Önünde Bir Türk Gibi Güçlü" veciz sözünü ispat etme gibi
hayallerimizi bir başka şubata erteleyip (aslında sadece sert yayları nasıl
gerdiğimizi gösterecektik ehehee) artık kendine "büyük biraderim" dediğim Pali'nin zırt pırt bizi ağırlamaktan dolayı
"Turkish Residance" diye adlandırdığı Törökbalint'teki sütüdyo evine kendimizi davet ettirdik. Niyetimiz iki Tazmanya
Canavarı ZMA evladı dahil olmak üzere sekiz Türk vatandaşını bir hafta ağırlayıp
ağırlayamayacağını test etmek ve başarırsa onun Nirvana'ya erdiğini görerek mutlu
mesut olmaktı, yani hepsi, aslında onun içindi. Ama Pali bizim gelmemiz için son
derece istekli davranıyor hatta büyük kızımın vizesi için birkaç kez Ankara
konsolosunu bile arıyordu. Bu şevkle yaylar kuruldu oklar hedefe koyuldu. Son
MHIT macerasında aldığımız dersle "bu defa ilk yirmideyiz inşaallah" deyu idman
eyleyerek hazırlanmaya başladık. Yarışacak olan küçük kızıma bir cinlik yaparak
üç parmak çalıştırdım. Zihgirli küşadın MHIT gibi kısa mesafeli yarışmalarda
dezavantaj sahibi olduğunu düşünüyordum. Macarlar okun üzerinden gezlemek gibi
bir avantaja sahiptiler. Biraz ondan biraz da işi ciddiye alıp fevkalade idman
etmelerindennaşi Busbeck ‘in bahsettiği Osmanlı okçuları gibi 15 adımdan üç oku
birbirine değecek kadar düzgün atacak kadar hüner sahibi olduklarını evvel
senelerde temaşa eylemiştik. Vallahi üç yıl evvelin MHIT şampiyonu 65'lik
delikanlının sağ el orta parmağı kiriş çekmekten davul tokmağı gibi olmuştu ki
buna bizim günde yarım saatten otuz günlük idman neylesindi... Bizim yarışmadan
önceki dört günü Budapeşte'yi gezip tozarken Macarların zehir gibi idman yapıyor
olmasından mıdır yoksa bundan mıdır heyhat, kader ağlarını örecek rüzgar ters
esecek hakem hakkımızı yiyecek ve ilk yirmi gene bir başka MHİT' e kalacaktı.
ZMA ve gıcık sarı Puntou o kilisenin önünde ne
arıyor bunlar hımmmm?
ZMA bütün Budapeşte gezisini
ucuz biletinden seyahat proğramına kadar ayarlamıştı. Ferihegy Havalimanından
çıkışta bizi karşılayan Macar güzeli bir araç kiralama servisine minibüsle
götürüp altımıza birer punto çekti. Ardından ZMA da elime bir Walki-tolki mi ne
karın ağrısı cihaz tutturup "abi bunu al beni gözden kaybedersen şuraya bas
konuş şimdi GPS ile 20 dakkada Pali'nin evine ineriz" deyince "ulan bu da
Türkse
ben de Japonum" diyip adama tuhaf tuhaf bakmaya başladım.Bu arada o sarı
puntosuna atlayıp gazlamıştı bile
Uyvar önünde Türk gibi güçlü olamadım ama Buda sokaklarında
Türk sürücüsü gibi dehşetli olmayı başardım. Nıhahahaaa eğer arabada bir Türk
sürücü olduğunu bilseler Macarlarla tekrar kapışırdık herhalde. Hayatımda bu
kadar korna ikazı duyduğumu hatırlamıyorum ne hata yaptığımı bile anlamıyordum
heheheeeaaa. Ama ZMA'nın dediği gibi akşam saat 18 gibi Pali'nin evine vardık.
Ol dehşetli ve sıkıntılı araç yolculuğundan sonra GPS'de "sağa dön ve sağa dön"
diye konuşarak bize yolu tarif eden kızcağıza teşekkür bile ettim ama ZMA onun
dijital kayıt olduğunu gerçek biri olmadığını söyledi. Beni kandırıyor mu acaba
bu herif diye kıllanmamı artırmaktan başka işe yaramadı bu konuşma. Posta ailesi
tam tekmil bizi karşıladılar. Yemekler hazırlanmış ev ısıtılmış yataklar
serilmişti. Ev mutfağı domuzdan ari gıdalar ile tıka basa doluydu. Ol saat bu
Macar milletinin gerçek Türk olduğuna iman edip ben dahil ZMA'nın da
Türklüğünden huylanmaya başladım. Çünkü son gittiğimde ZMA bana İstanbul'daki
evinde kereviz yedirdiydi. Yemekten önce tam bir hediye keşmekeşi yaşandı.
Herkes Posta ailesini hediyeye boğarak öldürmeye çalışıyordu sanki.
Biraz sonra tamamen buzlarla kaplanacak olan dağ
yolunun asfalt henüz görünüyorken çekilebilen fotosu. Bu fotoğraf
çekildikten hemen sonra az ileride buz patenine dönen yolda şöförün eli
direksiyona yapışacak, yolcuların elleri ise duaya kalkacaktır.
Sabah kahvaltıyı takiben yine GPS nam
aletin içindeki muhterem hanfendinin kılavuzluğunda Szentendre, Visegrad ve
Estergon için yola çıktık. İlk durak Tuna kıyısındaki Szentendre idi. Burada
sağolsun hatun ve kımıl zararlıları cüzdanımdaki şişliği biraz aldılar. Cüzdanın
şişkinliği azalınca arka cebimin üzerinden siyatik sinirime yaptığı baskı biraz
azaldı ve kalça ağrılarım geçti. Artık Estergon için hazırdım. Kılavuz bayanın
üç beş kilometre kısa diyerek bizi dağ yoluna vurup bir müddet sonra tamamen buz
kaplı bir pistte sürüş yapmaya zorlamasıyla yolculuk kabusa dönüşüyordu ki
okunan ayet el kürsilerin Gül Baba ve bu ellerde şehid olan bütün müslümanların
himmetiyle anayola çıkıp kaybettiğimiz vakitten sonra Visegrad' ı atlayıp Estergom a (Macarlar yanlışlıkla Esztergom diyorlar) vasıl olduk. Kaleye çıkıp
ağlaya zırlaya ve sümüğümüzü çekerek
"Biz böyle kalayı bre dilber aman vermezdik ele
Akma Tuna akma bre Şahin aman ben bir dertliyim
Yar peşinde koşan giden Şahin aman yandım kara bahtlıyım"
diye türkü söylemek planımız soğuk havadan dolayı "amaaan
ne iyi etmişiz de vermişiz buralarııı gıçuımız donuyo yahuuu" nidaları arasında
Tuna' nın donmak üzere olan sularına düşüyor ve biz bir süre daha Kalayı karşı
kıyıdaki Slovakya' yı ve hayallerimiz ötesindeki Uyvar'ı (şimdi slovaklar
yanlışlıkla Nove Zamky mi ne diyorlar ) açlıktan ve gelmeyen yardımdan dolayı
kaleyi verip Budin'e çekilen Osmanlı askerini hayal ederek soğuk havadan dolayı
bir Preszo ya atıp Fransız keklerini yutarak kendimizi teselli ediyorduk.
Estergon
Kal'ası
Zaten şehir sonunda Nemçeli ye değil garındaş Macara
kalmıştı ya olsundu. Dönüşte GPS'deki kızın yalvarmalarına aldırmadan ana yoldan Budin'e döndük. ZMA yine bir numaralar çevirip
Müslüman bir Macar olan Aaron
(kısaca Harun diyolar) bulmuş ve bu çok iyi Türkçe konuşan ve bir anda kendisine
ısınacağınız genç adam kılavuzluğunda bizi helal yiyecek satan bir şarküteriye
attırmıştı. Aynı zamanda Harun'a daha yeni basılmış ve mürekkebi kurumamış
Macarca Kuran-ı Kerim bile temin ettirmişti. Daha sonra bunların birini
İstanbul'dayken İslam eserleri müzesinde yazma kuranları görüp
"yahu bunlar bize
tanıdık geldi" diyen Posta'lara hediye edecekti.
Alışverişi takiben eve dönüp
köfte yaparak Macaristan da ilk eti yemeyi başaracaktık. Yemekten sonra büyük
sürpriz WTAF şampiyonu Joszef Monus bizi ziyarete geldi. Jozi'nin gelmesiyle çok
neşelendik. Bu okçuluk çılgını, harika adamdan etrafa müthiş bir neşe akıyor.
"Süper" ve "no problem"den başka İngilizce bilmeyen Jozi sanki anliyormuşuz gibi
bizimle sürekli macarca konuşuyor bizde sanki anlıyormuşuz gibi ona ingilizce
cevap veriyor ve böylece "körler sağırlar birbirini ağırlar" deyiminin Macar
versiyonunu yaşıyorduk. Bize heyecanla yaptığı modern siperi, değişik okları
gösterip heyecanına ortak ediyor, Kurultay da attığı 600 metre mesafeyi
kaydettiremediğinden dert yanıyordu. Pali'nin tolmaçlığında (eski Türkçede "tilmaç") İstanbul' a gelip 900 gez atıp tekkeye kayıt olmak istediğini
anlattığında pis pis sırıtıp tekkenin ve defterin çoktan hakkın rahmetine
kavuştuğunu anlatamıyorduk tabi ki. Ama içimdeki hırt adam eski püskü bir defter
ayarlayıp bir de yaşlı sakallı imamı şeyh efendi diye yutturaraktan bir tören
düzenlemek gibi meşum bir planı düşünmeye başlamıştı bile. Joszef Monus (oku
bakiyim Yosef Monuş) ertesi gün bizim ile birlikte Feketeerdö'ye Grozer'e gelmek
istiyordu. Arabasının kaloriferi bozuktu. Bizle gelip dostumuz Grozer Csaba'nın
(biz kısaca Çabi deyoz) yeni yaptığı Türk yaylarını kendi siperi ile denemek
istiyordu. Siper üzerine uzun bir sohbetten sonra herkes yattı uyudu.
Sabah hatunlara bolca Macar parasını sus payı verip onları
bir alışveriş marketine şutlayıp ZMA, Jozi ve ben Feketeerdö'ye doğru yola
çıktık. Yol boyu bize sürekli Macarca bişeyle anlatan Jozi'yi bildiğimiz Macarca
şarkıları söyleyerek susturup (Kossut Lajos azst Üzente, Tavaszi szel vizeth
arazst, A bundanak ninch gallerja, okadar csalıstım bukadar ukalalık yaparım vs
gibi) malikane-i Grozer'e vasıl olup Çabi ve sevimli asistanı Noemi ile
tekrardan dünya gözü ile şükür buluştuk.
Kemankeş taifesinin gide gele
yol eylediği Feketeerdö (Kara Orman) Avusturya sınırında küçük şirin bir kasaba
olup, on yıl öncesine kadar çiftçilikle uğraşan halkı yeni açılan fabrikalara
işçi olarak girdiğinden tarlaları geniş otlaklar haline dönüşmüş durumdadır.
Statüsü köy olan bu kasaba da diğer Macar köyleri gibi çamurdan ve tezekten ari,
yolları asfaltlı evleri bakımlı olup bize her gittiğimizde "dolaştım diyar-ı
İslamı bütün viraneler gördüm" sözünün canım ülkemin kırsal kesimi için halen
geçerli olduğunu hatırlatıp durmaktadır.
Ben, ZMA, Çabi ve Jozi
Oniki yaşından beri kendini gerek sentetik gerek organik
malzemeden yay yapımına adayıp bu işi meslek edinen Grozer birader ve değerli
eşi ile sekreteri bizi canı gönülden karşıladılar. Noemi yapmış olduğu tavuklu
böreğin tavuklarının boyunlarının kesilerek halledildiklerini diğer gıdalarda
domuza ait hiçbir katkı bulunmadığını peşinen bildirdiğinde masada mevcut
bulunan nefis tatlı ve tuzlu taamı Türk insanının meşhur iştah şöhretine zeval
gelmemesi için silip süpürüp üstüne de birkaç litre elma suyunu içtik. Ol vakit
gözümüzün önü ışıdı ve kendimizi yeniden tir-i keman işlerine verebildik. Çabi
birader müzeden beş adet Türk yayı alıp birebir kopyalarını çıkarmış. Her birine
denk düşen değişik malzemelerle beş adet sentetik yay yapmış. İşte kemankeş
taifesi olarak biz bu yaylara not verip hangisini beğenirsek onu imal edecekti.
Bu defa Çabi kendini aşmış ve asıl yapanı gelse ayırt edemeyeceği kadar
kusursuz yay taklitleri yapmıştı. Yayları alıp arabalara atlayıp Çabi'nin yeni
satın aldığı, Tuna kollarının biri olduğunu sandığım güzel bir nehir kenarındaki
devasa araziye intikal ettik. Çabi burada atlar, eşekler, Macar sığırı gibi bir
takım hayvanat besliyordu. Sağda solda yazın yapılan etkinlikler için
hazırlanmış yurtlar, kütük evler, saman hedefler mevcuttu. Küçük bir dere
yatağına maket hayvan hedefleri (kimi zevat 3D hedef diyor efeeem)yerleştirilmişti ki buranın( çimenlerinin hassas bir tetkikinden) atlı
okçuluk için ayrıldığı anlaşılıyordu. Çok uzakta yaklaşık bir metre boynuzu olan
devasa bir boğa maketi vardı. "Oha ulan bunu vurmaya ne var neredeyse traktör
kadar var" derken maket kalkıp üzerimize doğru gelmeye başladı. Meğer ol maket
sandığım şey gerçek bir hayvan imiş amma ömrümde böyle bir şey görmedim. Bunu
kurban etmeye kalksak kafasını boynuzundan naşi yere dayamak ne mümkün? " Kışt,
hoşt" gibi kelimelerin Macarcası ile bağırıp hayvanı uzaklaştırdık da ok
meydanına varabildik.
Boğa Azmanı
Jozi Monuş kısa ve uzun menzil okları
yapmıştı. Yaptığı siperi kullanarak kısa okları ve sipersiz olarak uzun okları
attı. Sonuçta siper ile attığı bir ağaç ok ile 305 metreyi gördük. Bu 50 lb
sentetik yay ile çok iyi bir sonuçtu. Jozi çılgına döndü hepimize tek tek
sarılıp bağıra çağıra suyumuzu çıkardı. Bu arada Noemi'ye biraz daha fazla
sarıldığı vehametine kapıldım ama olsundu bir gün sıra bize de gelebilirdi.
Günün anısına resimler çektirip tekrar Çabi'nin ofisine
döndük. Türk ve Macar tarihi, dilimizdeki ortak kelimeler, birlikte yapmayı
düşündüğümüz etkinlikler, planlar, hayaller ile geçen birkaç saat sonra sipariş
yayları alıp gittiğimiz için ağlamaklı olan Noemi'yi de iyicene sarılıp teselli
ederek (zinhar günah olduğundan bende de sevap bol olduğundan bu işi mecburen
üstüme aldım) Budapeşte'ye yola çıktık. Biz eve döndüğümüzde hatunlar ve kımıl
zararlıları yaptıkları alışveriş ve beylere zarar açma işlerinden gayetle
memnun, mesut ve bahtiyar bir halde oturuyorlardı. Yüzlerindeki mutluluk ifadesi
uğradığım zararın büyüklüğüyle doğru orantılı olmalıydı. Derin bir nefes alıp ve
soğuk bir bardak su içerek ertesi günkü Budapeşte gezisini planladık. Biz gezip
tozarken Macar boş durmuyor idman yapıyordu tabii ki.
Buda ve Peşte güzel yerlermiş. Buda bilhassa daha güzel.
Estergon gibi subaşı durak iki tepesi var. Birinde Kalesi ve devasa katedrali
mevcut. İlk durak Kalede bulunan Osmanlının son Buda valisi ve kale komutanı 75
yaşında elinde silah ile Budin'i savunurken şehit düşen Arnavut Abdi Paşa' nın
mezarıydı. Macarlar dahi kendisini takdir edip mezarını korumuşlar. Mezar
taşında "kahraman düşmandı rahat uyusun" yazıyor. Takdire şayan bir hareket.
Ama kale içinde yüzyıl başında yapılan heykellerde Nemçe ordusunun askerlerince
çiğnenen Osmanlı askerlerini görmezden gelmeye çalışıyoruz ve şimdiki Macarlar
olsa yapmazları belki de Avusturya'lılar dikmiştir felan deyip kendimizi
avutuyoruz. Askeri müzeyi çok fakir buluyoruz. En eğlenceli şey Call of Duty 4'te en sevdiğim silah olan urus otomatik tüfeğini burada görmek ve elime almak
oldu. ZMA ile birlikte urus askeri olup Nemçe birliklerine ölüm yağdırdık.
Onlarla birlikte savaşan Macar kardeşlerimizi vurmadık tabii.
Abdi Ali Paşa'nın mesarı Askeri Müze'nin hemen
girişinde. Müzenin içindeki tüfekleri kapıp ZMA ile ölüm yağdırdık.
İkinci
durak Gül Baba Türbesi oldu. 1531 de Budin'e gelip yerleşerek halkın sevgisini
kazanmış bu Bektaşi şeyhinin şu anda bile Macar ve Türkleri birbirine bağlayan
halkalardan biri olduğunu hayretle gördük. Türbedeki anı defterine Macar bir
hanım tarafından "Gül Baba bizi kutsa" yazılmıştı. Soğuk hava yüzünden gezinin
devamını bir alışveriş merkezindeki Türk Restoranında tamamladık.
ZMA'nın küçük evladının turist diaresi olup saatte bir bez
değişimine ihtiyacı olduğundan zavallı ertesi gün Paks şehrine gitmek üzere
sabahın seherinde hazır olamadı. Pali kardeşin peşine takılıp iki saatte Tuna
boylarında bulunan şehr-i Paks'a vasıl olup spor salonunda bize ayrılan bölümde
tarihi kıyafetlerimizi giyerek yarışmaya hazır olduk. Bu yarışma milletler arası
mahiyette görünse de Slovakya, Sırbistan ve Romanya'dan gelenler hep
Macarlardı. Birinci dünya savaşında Macarlar da bizim gibi yanlış ata
oynadıklarından aynı bizim gibi yenilmedikleri halde yenik sayılmışlar ve Paliciğimin dediği gibi gerizekalı bir Fransız bürokrat sınırları çizerken
Macarların %20'sini dışarıda unutmuştu. Türk Macarlarıyla beraber toplam beş
ülkenin Macarları o gün çocuklar gibi şendik. Pali'nin ülkeleri anonsu sırası
bize gelince muhteşem tezahürat aldık ki bunda onun bizim hakkımızda sarfettiği
güzel sözlerin büyük etkisi vardı. Etraf hep tanıdık yüzlerle
doluydu.Slovakya'dan Bogarlar Fekete Solyom'dan müteşekkil bir ekiple
oradaydılar. Peter Bogar yaklaşık 2 kilo ağırlığında bir 135'lik Hun yayı
getirmişti ki evde ne kadar eski tencere varsa hepsini delip duruyormuş. Bana o
yayla atış yapmamı teklif ettiğinde önceki gün mercimek çorbası ve kuru fasülye
yediğimi ol sebepten başka zaman atmamın havanın kirlenmemesi açısından daha
uygun olacağını belirterek nazikçe teklifini reddettim. İlk olarak puta
yarışması yapıldı. Artık putanın MHİT geleneği adayı olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Şimdi sıra putayı WTAF'a koymada. Puta hedefi ZMA tarafından
hazırlanıp basılıp getirilmişti. Pali 2/3 boyutlarında putayı 20 metreye koyup
kendince bir puanlama sistemi yapmıştı. Bu sisteme göre üst yuvarlak 10 alt
yuvarlak 8 puan, yuvarlakların dışındaki alan 5 puandı. Ödül ise bizim Sivas'ta
yaptırdığımız Türk tirkeşleri idi. Sağ olsun Hilmi Arıç ilgilenip işi takip
etmişti. Nakışçı ustanın işi kısa sürede kotarmasına rağmen tirkeşler birinciler
tarafından beğeni ile kabul edildi.
Sırtı dönük ben fakir
Putada tek şansım alt yuvarlağa üç ok atıp 24 puan almak
olabilirdi. Üst yuvarlağın bölgesi dar olduğundan ıska durumunda evdeki
bulgurdan olacaktık. Nitekim nice Macarın üst yuvarlağa atma gözü karalığının
sonucu elendiğine şahit olduk. Amma ve lakin 20 metreden yumruk irisi hedefe 3
ok benim harcım olmadığından 15 puanla kaldım. Daha sonra turnuva şampiyonu
olacak Macar ise üsteki yuvarlağa 3 oku birbirine sürttürecek şekilde düzgün
atarak yarışmayı kazanıyor ve birazdan başlayacak olan asıl yarışmanın nasıl
geçeceği hakkında bizi fikir sahibi yapıyordu.
Asıl yarışma başladığında her şey ben bu filmi evvelden
görmüştüm dedirtecek kadar aşina idi. Yüz kadar erkek katılımcının olduğu
yarışmada 10 küsur Macar manyak, kreyzi, çılgın denecek güzellikte atıyordu.
Herşey bir anda olup bitti. Birincinin 175 felan attığı yarışmada 119 atarak
yarışmayı tamamladım. Sanırım ilk 50 ye girmişimdir. Ama ilk on dışındakilerle
kimse ilgilenmedi zaten. Fakaat 14-18 yaş bayanlarda bizim kımıl zararlısı
sürpriz yapıp bir çok Macar delikanlısından dahi iyi atarak 139 puanla ikinci
oluvermesin mi? Taife-i Macar için çok büyük sürpriz oldu. Bunun arkasındaki
asıl kişi bendim. Çünkü dar vakitte kıza zihgir kullanmayı öğretmek yerine
şimdilik "Macar ol" bakıyım diyip üç parmak çalıştırdım. Zaten modern okçuluk
geçmişi de olduğundan ikinci oluverdi. Bu da kısa mesafede üç parmak atışın zihgire göre daha avantajlı olduğu hususundaki görüşümü destekliyordu. Ardından
hatun kişi de ilk 5 e kalıp ikinci sürprizi yaptı. Çalışmanın karşılığını
alıyorduk. Bu iki olay benim vasat atışları örttü ve yarışmayı bir ikincilik bir
dördüncülük alarak tamamladık.
Ana yarışma sonrasında ZMA diare sorununu aşıp dağları
geçip Paks'a vasıl oldu. Kendisinin Macardan gördüğü ilgi müthişti. Mesudiyeli
olmasa göçmen bir Macar ailesinin torunu bile diyebilirdim. Adam salonun
yarısını tanıyordu neredeyse. Millet hoş geldin sırasına girdi. Bir süre sonra
her ülkenin birincisi uluslararası yarışmaya katıldı. Doğal birinci olan ben
fakir sonuncu olmasam yeter diyerekten oflaya puflaya yarışıp sonunculuğu
Slovakya birincisi ile paylaşıp züğürt tesellisi ile günü bitirdim. Pali bir
dahaki sene gelirsek bir 1453 hedefi yapıp yarışmaya koyacağını söyledi.
Anlaşılan onun da pek samimi olduğu Grek bir arkadaşı yoktu. Ama seneye yarışma
Mohaç ta olacaktı. Biz de nezaketen Mohaç'a gelmeyi reddettik. 1453 hedefini ise
Törökbalint'e koy dedik. Akşam saatlerinde bütün Macarlar vedalaşıp
arabalarımıza giderken bir sonraki MHİT te ilk ona girmeye kendi kendime söz
verdim. Tıpkı beş yıl önce zayıflamak için kendime söz verdiğim gibi eheheee