Başkurtlar HakkındaAzat Kuldevlet - 14 Mart 2009 Cumartesi
Metin Hocam beni Başkırt olarak tanıtmıştı, ki kendisine burada tanıtma fırsatı
verdiği için çok teşekkür ederim.
Türkiye'de milliyetçi eksende siyasi partiler olsa da, okul kitaplarında Bozkurt
destanı enine boyuna okutulsa da çok az kişi Başkurtların kim olduğunu, Başkurdistan'ın
da nerede olduğunu bilir. Nerelisin diye sorduklarında Başkurdistan'lıyım dediğimiz
zaman ilk tepki "Ne?!! Başkırgızıstan mi? Kürdistan mı?" gibisinden olur.
Başkentimiz Ufa dediğimiz zaman işler hepten karışır. Tabi, aslında suç bize ait,
kendimizi pek tanıtamıyoruz.
Ama, ortak sınırı olmasa dahi Türkiye ile birbirine bu kadar sıkı bağlı tarihi olan
bir başka Türk ülkesi bulunur mu, onu bilemem. Verilen fırsatı değerlendirmek adına
az da olsa kendimizden bahsetmek isterim.
Biz kendimize Başkort diyoruz. "K" harfi yerine biraz gırtlaktan çıkan
"Q"yi
kullanırsak, Başqort dediğimizde bizim telafuzumuza daha yakın olur. Ülkemizin adı
Başqortostan. Türkye türkçesi'ne uygun olarak söylersek, Başkurt, ülkemiz de Başkurdistan
olarak geçer. Başkırt veya Başkırdistan gibi telaffuzların gerçekle hiç bir ilişkisi
olmadığı gibi, Başkurtça'nın Rusça karşılığı olan başkir kelimesinin Türkçe
söylenmeye çalışılmasından başka bir şey değildir.
 |
 |
20 yüzyılın başlarındaki Başkurt ailesi
|
Başkurtların yazın yaylada kullandıkları geleneksel çadırının (tirmenin) iç görünümü |
Başkurtlar kendilerini yalan (bozkır) ve tay (dağ) Başkurtları olarak ikiye bölmektedirler.
Antropolojik araştırmalara göre ise Başkurtlar arasında 4 ana tip mevcut.
Başkurt isminin kaynağı pek bilinmese de üç temel görüş bulunmaktadır. İlki, Bozkurt
destanına benzer bir destanda söylendiği gibi, Başkurtların Urallara gelmesine vesile
olan bir kurttan dolayı Baş-kurt kelimelerinin yan yana gelmesi. İkincisi ise "Baş",
yani Türkçede olduğu gibi esas anlamında, Kur – askeri birlik + t Farsça veya Moğolcadaki
çoğul ekidir. Üçüncüsü ise eski zamanda yaşamış olan Başkurt Han'dan türemiş bir
kavim olduğu yönündedir.
Bizim bu topraklarda ilk olarak ne zaman ortaya çıktığımız pek bilinmemektedir.
Ama bu topraklar her zaman insanların yaşadığı bölgelerdi. İlk yerleşimler bozkırlarda
mamut hakimiyetinin sürdüğü Paleolitik Çağa aittir.

Benim köyüme çok yakın olan Şülgentaş mağarasında bulunan ilkel insanlar tarafından
çizilmiş 17 bin yıllık mamut resmi. |
 |
|
Arkayım. M.Ö. 3.000 yıl önce
yapılan bir kalenin kalıntıları. |
Yukarda resimdeki kale kalıntılarının Hint-Avrupa kavimlerin atalarına ait olduğuna,
Zerdüşt'ün bu topraklarda yaşadığına ve dinini buradan yağdığına da inananlar bulunmaktadır.
Başkurt'ların milli destanı "Ural Batır" ile Sümer'lerin "Gılgamış Destanı" arasında
benzerlikleri de yukarıda yazılanları destekler kanıt olarak göstermektedirler.
M.S. 2.yüzyıl Bizans kaynaklarında Pasakartia adıyla, Oğuzname'de de Başkurt adlı
(Kuhha-i Başkurt) bir yerde ve İdil havzasına yakın, Bulgarlarla sınırdaş bir dağlık
ülkede yaşayan, kuvvetli, hiç bir cihangire baş eğmeyen bir kavim sıfatıyla zikredilmektedir.
Başkurtların Çin kaynaklarında Ba-şu-ki-li, ama esas ismi Orhun kitabelerinde de
geçen ve doğrudan Hunların varisi olan Tölös kavmi olduğunu söyleyen Çin araştırmacıları
da bulunmaktadır, ki bu ispatı çok zor olan bir iddia.
Yazılı kaynaklarda Başkurtlar, kendi adlarıyla ilk defa 842-847 yılları arasında
Başkurdistan'ı ziyaret eden Sallam Tercümani yazılarında ve şu anki Başkurdistan'ı
da içine alan bölgeyle bağlı olarak 922 senesinde Bağdat halifesinin İdil bulgarlarına
gönderdiği elçiliğin kâtibi İbn Fadlan'ın kendi kalemiyle yazdığı seyahatnamesinde
anılmaktadır.
(Bu İbn Fadlan hikayesini baz alarak, Hollywood tarafından çekilen "13. Savaşçı"
filmini, en azından filmin ilk 15 dakikasının orjinal seyahatnameye uygun olarak
çevirilmiş halini izleyebilirsiniz. Orada, "Taratlar! Tatarlar!" diye bağrışmaya
başladıkları sahnede aslında başkurtları kastediyorlardı. Çünkü İbn Fadlan'ın kendi
sözleriyle Başkurtların Türk halkları arasında en vahşi ve acımasız olduklarını,
dolayısı ile Başkurdistan sınırlarından geçerken çok korktuklarını beyan etmiştir).
O dönemde Başkurtlar doğuda Peçeneklere, güneyde Oğuzlara, batıda da Bulgarlara
komşu yaşıyorlardı.
Başkurtların Menşei
Başkurtların menşei konusundaki bilgiler çok karışıklığa neden olmuştur.
Nedeni de Ortaçağ Avrupasında Büyük Hungaria'nın (Magna Hungaria) şu anki Başkurdistan'ı
da içeren topraklarda gösteriliyor olmasıdır. Macar'ların göç etmeden önce Başkurt'larla
aynı topraklar üzerinde yaşadıkları bilinmektedir ve hatta Macarların Avrupa'da
ortaya çıktıklarından yüzyıllar sonra bile, 1235 yılında Budapeşte'den yola çıkan Yulian isimli katolik keşişi, bir yıl sonra Urallara varmış ve İdil nehri kenarında
da Macarca konuşan kabilelere ulaşmıştır.
Bu bilgiler ışığında bazı bilim adamları Başkurtların esasında Fin-Ogur kökenli
oldukları iddia etmektedirler. Ancak Divân-ı Lügati't-Türk'te "en büyük Türki kavimlerden
birisidir" şeklinde adı zikredilip de günümüze kadar kendi adıyla kalabilen çok
az halklardan bir tanesidir Başkurtlar... Lügat'ta Başkurt dilinin Yemek (Kimak)
diline yakın olduğu beyan edilmiştir ki, 1072 yılında yazılan bu eserden Başkurt'ların
kesinlikle bir Türk kavmi olduğunu anlıyoruz. Macarlar ise, ya Başkurtlar'dan önce
veya onlarla beraber Urallara gelip yerleşmiş olabilirler. Çünkü Fin-Ogur halkları
arasında at üstünde hayatlarını sürdüren bir tek Macarlardır. İşin ilginç tarafı,
Macarlar kendileri Avrupa'ya göç ettiklerinde 7 kabileden oluştuklarını düşünmektedirler.
Bu kabileden ikisinin isimleri de Başkurtların Yurmatı ve Yeney kabileleriyle hemen
hemen aynıdır. Nitekim, başka Arap kaynaklarında da İç ve Dış Başkurdistan'dan bahsedilmiş
olup, bazılarına göre de Dış Başkurdistan bugünkü Macaristan topraklarıdır ve üzerinde
Macarca konuşan halk haricinde Başkurtça konuşan kavimler de yaşamıştır.

Ufa'da yapılan kazıda çıkan bir Türk balbalı |
Başkurdistan bölgesi Kavimler Göçü'nün yolu üzerinde bulunduğu için Hunlar dahil
olmak üzere birçok kavim buralardan geçmiştir. Bunun izlerini bulmak kolay olmasa
da yapılan kazılar Ortaçağın yazılı kaynaklarını destekler nitelikte bulguların
ortaya çıkarmaktadır. Eski yazılı kaynaklarda Başkurtların şehirleri olduğu yazılsa
da yakın zamana kadar Rus tarihçilerince Başkurtların göçebe oldukları söylenmiştir
ve Başkurdistan topraklarında herhangi şehir kalıntılarının olmadığı iddia edilmiştir.
Ancak 2000 yıllarında başkentimiz Ufa şehrinin göbeğinde yapılan kazılar bu tezi
çürütür niteliktedir. Kazıda ele geçenlerin çoğu M.S. 2. ila 5. yüzyıla ait olduğu
için başkentimiz Ufa'nın tarihinin en az 1.500 yıllık olduğunu söyleyebiliriz. Bu
da Ufa'nın bu bölgede bulunan en eski şehir olduğunu göstermektedir.
Şu anda kazılar devam etmekte ve bu konu biraz geniş olduğu için ayrı bir yazı ile
sizlerle paylaşmak isterim.
Moğol ve Rus Hakimiyeti
Moğollar döneminde Başkurdistan, Altınordu hakimiyeti altına girmişti. Moğolların
Gizli Tarihi'ne göre Başkurtlar 1207 yılında Cengiz Hanın büyük oğlu Coçi Han'a
tabi olmuşlardır. Ancak bazı kaynaklara göre Başkurtlar 1236 yılına kadar Moğollara
karşı başarıyla savaş yürütmüşler ve ancak 12 yıl süren savaşlardan sonra Moğol
hakimiyetlerini kabul etmişlerdir. Burada şunu da belirtmede yarar var, Moğollar
döneminde de Başkurdistan'ı ve Macaristan'daki başkurtları
birbirlerine karıştırmaya
devam etmişler, niketim Reşideddin eserinde de moğolların Macaristana saldırdıklarında
onlara karşı Başkurtlar, Macarlar ve Saksonlar savaştıkları yazmaktadır. Bu savaşlar
ağırlıklı olarak Macaristan'ın güneyinde, Türk kavimlerinin yaşadığı bölgelerde
sürdüğü için en çok kayıp verenler de onlar olmuş ve 13.yüzyıldan sonra da Avrupa'daki
Başkurt izleri kaybolmaktadır.
Altınordu döneminde Başkurtların kendi hanlarının soyları tükenmekte ve hanlığı
Cengiz torunları yapmaktadırlar. Altınordu dağılma sürecine girdiğinde bundan en
kötü etkilenen uluslardan biri de Başkurtlar olmuştur. En kanlı savaşlardan birisi
de Emir Timur (Aksak Timur) ile Toktamış Han arasında Başkurdistan topraklarında
gerçekleşmiştir. Bu da halkın çok zor duruma düşmesine neden olmuştur. Birçoğu da
esir alınıp Avrupa'ya, Mısıra köle olarak satılmıştır. O dönemin Mısır ve Süriye
memlükları arasında al-Başkurdi isimli olanlar çok olmuştur.
Altınordu dağılınca Başkurdistan parçalanarak, Kuzey Doğusu Sibir Hanlığına, Batısı
Kazan Han'lığına, Güneyi de Hogaylara (Mangıtlara) bağlanmıştır. 1558 ve 1600 yıllarındaki
kıtlık döneminde Nogayların açlıktan kırılması ve Ordunun zayıflaması Nogay hakimiyetinin
sonunu getirmiş ve Rus istilalarının başlangıcı olmuştur. 1584 yılında Rus kazakları
Yayık nehrine kadar inip, ilk kalelerini inşa etmişlerdir. Kırım, Nogay, Sibir ve
Kazan kavgalarından bıkmış olan Başkurtların bazıları o dönemde Rus tabiyetini kabul
etmişlerdi, karşılığında da çok az bir vergiye bağlanmışlardı. Kazan Hanlığı düşünce
Başkurdistan'ın Kuzey kısmı, Rus hakimiyetini kabul etti.
1630 yıllarında başlayan Kalmuk göcü Başkurtları zor duruma bırakmıştı. Kalmukların
baskısıyla Nogaylar İdilin batı yakasına geçiyorlardı. Bu da Başkurtların Kalmuklarla
savaşı tek başlarına yapacakları anlamına geliyordu. Bu döneme ait Osmanlı arşiv
belgelerine göre Kalmuk Hanı Ayüke elçilerini İstanbula göndermiş, elçilik heyetinde
de Başkurtların bulunduğunu öğrenebiliyoruz. Osmanlı Padişahı da Kalmuk Han'ını
Müslüman ve Türk halklara karşı iyi davranması konusunda uyarmıştır. 16.yüzyılın
sonralarına doğru Rus çarlarının Başkurtların toprak bütünlüğüne, dinlerine, iç
işlerine karışmayacaklarını ilan etmesinde sonra Başkurtların birçoğu Rus hakimiyetini
kabul etmişlerdi. Başkurdistan'ın güneyde sınırdaş olduğu Kazakların Küçük Cuz hanları'nın
1732 yılında Rus tabiyetini kabul etmesiyle güneyli Başkurtlar da tam olarak Ruslara
Tabi olmuş oldular.
Rus hakimiyetine girince Han'sız kalan Başkurtlar kendilerini her uruğun ileri gelenlerinin,
beyler, tarhan ve batırların katılımı ile gerçekleştirilen Yıyınlarla (yığın – kurultay)
yönetmişlerdir. Başkurtlar yüzyıllardır kendi bünyelerine farklı kabileleri ve hatta
zamanında ayrı bir kavim olarak bilinenleri de katmışlardır, Bu da kendilerini artık
Başkurt olarak bilmelerine rağmen uruğlara bölünmeleri çok belirgin kılmaktadır.
Bu kabileler günümüze kadar kendilerini diğerlerinden ayırt etmeye yarayan damgalarını,
naralarını, ağacını, kuşunu saklayagelmişlerdir. Ben şahsen Büryen (Börcen) uruğundanım.
Tarihte Müslüman Araplarla ilk çarpışan Türk kavimlerinden birisi olarak bilinmektedir.
Uruğlara bölünme Başkurtlar için önemli idi, bu uruğ hiyerarşisi içerisinde yer
alanlara yer mülk edinme hakkı – asaba olma hakkını ellerinde tutuyorlardı. Bu ikta
asaba sistemi Ruslar tarafından da tanınmıştı.
Ayaklanmalar ve Özgürlük Mücadeleleri
16 yüzyılın ortalarında Ruslar tarafından baskılar artmaya başlamıştı. Ruslar amanat
(rehine) almaya, zorla hristian dinine döndürmeye ve Başkurdistan etrafında yeni
kaleler yapmaya başlamışlardı. Bu da Batı Başkurdistan başta olmak üzere 1661 yılında
ilk büyük ayaklanmanın başlamasına neden olmuştur. Başkurtlar Rusları andlaşmaya
sadık kalmadıkları için suçlamakdaydılar ve Rusya'dan da bağımsızlık talebiyle savaşa
başlamışlardır. Bu savaşlar 1664 yılına kadar sürdü ve Rus çarının zorla toprakları
Başkurtların ellerinden almayı yasaklaması ile sona ermiştir. Ancak doğu Başkurtları
Kırım Hanı Devlet Giray Sultan'ın yeğenleri Abuga ve Küçük önderliğinde savaşlarına
devam ettiler ve 1665 ve 1667 yıllarında iki sefer Dağıstana kadar savaşarak inmişlerdi.
1666 yılında da Başkurtlardan bazıları Kırım Hanları ordusunda saf alarak Macaristan'a
düzenlenen akınlara katılmışlardır.
Bu dönemin Başkurtları Kırım'a gelen meşhur Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde Hişdek,
yani İştek yahut İstek diye beyan edilmiş. Bu İştekler Rus tabi olarak askerliğe
alındıklarını ve isyan ettiklerini Al-i Osman'ın sadık kul olduklarını anlatmış
ve eklemiştir ki: "Hişdek kavmine ait olan at ve sığır ve deve ve koyun başka hiç
bir padişahta yoktur. Acayip atları ve kılıçları vardır. Bunların cümlesi konargöçer
kavimdir. Hişdekler gayet mutaassıp gayet şeci olup ucu sivri kılıçları vardır ve
bunlar at eti yer. Rakı içmez ve başlarına sürahi şeklinde kalpak giyerler".
 |
İştek fin-ogur halklarından olan Ostyak ile benzerliğinden dolayı, eski dönemde
Başkurtlarla Fin-Ogur (Macarlar) beraber yaşadıkları için etraftaki diğer halklar
tarafından Başkurtlar İştek diye bilinirdi. Son dönemlere kadar Kazaklar da Başkurtları
İştek diye adlandırırlardı. |
1678 yılında Osmanlı Çihirini işgal etti. Bu savaşı fırsat bilerek Başkurtlar yine
Ruslara karşı ayaklandılar. Ancak 1683 yılına kadar süren bu ayaklanma Kalmuk'ların
Rus tarafında geçmesiyle Başkurtları zor durumda bırakıyor ve silahlarını Kalmuk'lara
karşı çevirmeye zorlamıştı.
Sıradaki savaş Rusların İsveç kralı Demirbaş Şarl ile tutuştukları savaş döneminde
Kalmukların da Başkurt tarafını tutmasıyla 1708 yılında patlak vermiştir. Ruslar
savaş için Başkurtlardan 500 at ve asker istemişti. Bunu kabul etmeyen Başkurtlar
Osmanlı'dan da yardım isteyerek savaşa başladılar. Bu ayaklanma çok kanlı bir şekilde
Kalmuklardan 20.000 kişilik bir kuvvetin ve Tatarların da Rus tarafını tutmasıyla
sona ermiştir.
Bir sonraki ayaklanma 1735 yılında Rusların Başkurdistan'ın doğusuna kale yapmak
istemesiye başlamıştır. Bu ayaklanma hakkında Osmanlı arşivlerinde "Hikayet-i Akay"
risalesi saklanmaktadır. Başkaldıranların komutanı Akay Tamyan uruğun Beyi idi.
Savaş çok kanlı geçmiştir. En çok zayi veren de Tamyan uruğu olmuştur. Kadın ve
çocuklarını Rusların ellerine geçmemeleri için Sarı nehrinin öteki yakasına çıkarsalar
bile, erkeklerinin Ruslara yenilmeye başladığını gören kadınlar çocuklarını nehre
atıp, kendileri nehri geçerek savaşanlar saflarına katılmışlardır. Bu olay da Sarı
Yılga ve Kişi Kırılgan olarak tarihe geçmiştir. Başkurtların sonuna kadar savaşmalarının
nedeni, kendi topraklarının Ruslar tarafından Hıristiyanlaşmış Kalmuk ve Tatarlara
vaad edilmesi idi.
Kıyım, Yıkım ve Katliam
Hıristiyan olan Tatar mirzalarından Kutlu Muhammed Tevkilev, Başkurdistan'ın kuzeyinde
bulunan 50'ye yakın köyü yağmalayıp yaktı. 1000'den fazla köy ahalisini öldürttü.
Söyentüş köyünde de 105 kişiyi ambara kilitleyip diri diri yaktı. Başkurtlar Albay
Tevkelev'i lanetleyip ağıt yakmışlardır:
İdil boyları kayalık Albay Tevkelev'in savaş yeri
Başkurt ilini verince ateşe Altın konmuş onun omuzuna
Altındaki eyer ata dokunur Eyer bilmese de at bilir
Tevkelev'in yaptıklarını, kahrolsun Kendisi bilmese de, İl bilir
Yel olmadan duman dağılmaz Şarkı söylemeden gönül açılmaz
Albay Tevkelev'in döktüğü kanın Acıları çabuk basılmaz
Kaynayan İdil sularında Tevkelev geçit bulamaz
Er-yiğitlerin ümitlerini Tevkelevler boğamaz
Kara orman kaya yüzü Gürler yel estiğinde
Taşları oyup yazdım lanet kahrı Torunlarım okur zamanı geldiğinde
(Teftilev şarkısının sözleri)
Bu kıyım iki sene devam etti. 500 kişi Minzele kalesinde asılmıştı. Esirler sallara
kurulan çarmıhlara gerilerek, bazıları kazığa oturtularak, bazıları ise kaburgalarından
kancalara asılarak hayatta kalanlara ibret olsun diye nehirlere atıldı. Kadınlar
ve çocuklar Ruslara köleliğe dağıtıldı. Esirlerin kulak, burun ve dilleri kesildi.
Toprakları Ruslara sadık kalan Tatar ve Mişerlere dağıtıldı. Vali Urusov şunları
yazmıştır "Başkurtlardan 432 kişi idam edilmişti, şimdi daha 170 kişi idam edip
1862 kişiyi esir aldık, 1735'ini Baltık sahiline sürgün ettik, 107 Başkurt köyünü
yaktık".
Bu kıyımın tek bir amacı vardı: Rusların Orta Asya ve Doğu'ya açılmalarını engelleyen
Başkurtları ortadan kaldırmak. General Rumiyansev, St. Petersburg'a gönderdiği raporunda
"Biz bu Başkurtların savaşlarında dayanır ve onları mağlup edersek güney Asya kavimleriyle
ticaret işini tanzim ederiz" demiştir.
Başkurtların sessizliği bir seneden fazla sürmedi ve 1738'de Rus tarafını tutanların
köyleri yağmalandı. Gerilla savaşı şeklinde 1740 senesine kadar devam ettikten sonra
Karasakal Han önderliğinde açık savaş haline dönüşür. Rus Ryçkov'un sayısına göre
1735-40 yılları arasındaki isyanda umumi zayiat 28.190 kişi olmuştur. 1739 ile 1746
yılları arasında Ruslar sadece Başkurdistan'la sınırlı kalmayıp İdil ile Don nehirleri
arasındaki toprakları tamamiyle Türklerden temizlemişlerdi.
1741 yılından sonra Kazan Tatarlarını Hıristiyanlaştırma siyaseti gittikçe güçlenmişti.
Hıristiyan olmak istemeyen Tatarlar da Başkurdistan'a kaçıyorlardı. Bu da ortamın
gittikçe gerilmesine neden oluyordu. 1755 yılında yeni bir savaş patlak verdi. Başkurtlara
karşı gelen Rus kuvvetleri sayıca 30.000'i geçiyordu. Başkurtlar, kadın ve çocuklarını
Rusların eline düşmemeleri için Kazak topraklarına göndermişlerdi. Fakat onları
misafir eden Kazaklar, Ruslar tarafından birbirlerine düşürüldü. Dört gün süren
savaş sonunda Kazaklar, Başkurtlar'ın birçoğunu öldürdü. Bunun üzerine Başkurt ordusu
Kazakistan topraklarına girdi ve Kazaklarla çatışmaya başladı. Ancak Rusların beklentileri
gerçekleşmedi ve Başkurt ile Kazaklar çok kısa zamanda barıştılar. 1756 senesinde
sona eren bu ayaklanmanın neticesinde Ruslar artık zorla Hıristiyanlaştırma siyasetinden
vazgeçmişti.
1771 yılında Kalmukların artık güçlenmelerini istemeyen Ruslar Kalmuk hanlarının
iktidarını zayıflatmak için harekete geçti. Bunu gören Kalmuk prensleri halkını
toplayıp Doğuya, Cungarya'ya dönmeye karar verdiler. Bunu öğrenen Başkurt ve Kazaklar
için intikam zamanı gelmişti. Sırf Kalmuklarla savaşmak için Başkurtlar 10.000 kadar
silahlı süvarı teşekkül etmişlerdi. Ruslar'dan Başkurt saldırılarına karşı yardım
alamayan Kalmukların göçü 8 ay sürdü ve 169.000 kişiden sadece 70.000 kişi eski
vatanlarına dönebilmişti. Kalanların hepsini Başkurt ve Kazaklar kılıçtan geçirmişti.
Müslüman Kalmuklara dokunmamışlar ve Başkurtların arasında kalmalarına da izin vermişlerdir.
Ayaklanmaların daha yeni dindiği Başkurtların eski öçlerini almak için Kalmuklara
karşı 10.000 silahlı süvari göndermeleri Rusları şaşkına çevirmiştir.
Burada Abbasiler döneminde yaşamış arap coğrafyacı İstakhir'in sözlerini getirmede
yarar vardır: "Ordu olarak memleket idare etmek işinde Türk kadar elverişli
millet olamaz, çünkü diğer milletler asker olarak yenilip bir darbe yiyince ya
da deryada gark olunca onların yeniden toparlanmaları için senelerin geçmesi
lazim geliyor; Türklerde ise onlardan bir kavim savaşta mağlup olursa diğer
bölüklerinin el çabukluğu ile hemen toparlanırlar."
Son Ayaklanma
Kalmuk kıyımını saymazsak 20 sene sessizce geçtikten sonra 1773 yılında Başkurtların
en şiddetli, en büyük ve geniş katılımlı son ayaklanmaları başladı. Diğer ayaklanmalardan
farklı olarak bu ayaklanma, Rus avamıyla birlikte Rus Çarına karşı bir ayaklanma
olarak gerçekleşmiştir. Artık kimse bağımsız Başkurdistan adına savaşmıyordu. Rusların
kendi çarlarına karşı ayaklanması son yıllarda Başkurdistan topraklarında açılan
maden ocaklarında ve fabrikalarda köle olarak çalıştırılmalarından kaynaklanmaktaydı.
Ruslar savaşmayı bıraksalar dahi Başkurtlar bir sene daha savaştılar ve 1775 yılına
kadar sürdü.
Bu savaşın birçok kahramanı olmasına karşın halkın yüreğinde Salavat Yulay oğlu
ayrı bir yer edinmiştir. Çok genç yaşında Batır (Bahadir) ünvanı kazanmış bu yiğit
hem okumuşluğu ile, hem şiirleri ile, hem kuvveti ile herkesı hayran bırakırdı.
Çok ustaca da Başkurt kavalı (koray) çalardı. 20 yaşında esir düşüp, babası Yulay
ile birlikte kırbaçlanıp, damgalandıktan sonra uzak Baltık Denizi sahillerine sürgüne
gönderilmişti. Hapiste tam 26 sene kaldıktan sonra vefat etmiştir. Ama halkın yüreğinde
onun şiirleri ve şarkıları kalmıştı. Ruslar o denli korkmuşlardı ki, adını bile
yasaklamışlardı. Ancak 1917 yılından sonra Salavat ismi tekrardan çocuklara verilmeye
başladı, Yayık nehrinin adı da akıllarda bu ayaklanmayı çağrıştırmaması için Ural
nehri olarak değiştirildi.
 |
 |
Salavat Batırın vefat ettiği Rogervik kalesindeki heykeli. Paldeski – Estonya |
Salavat Batıra ait olduğu düşünülen kılıç ve eyeri
|
Bu ayaklanma bastırıldıktan sonra bir daha büyük ayaklanma olmamıştır. Artık Başkurtlar
Ruslarla yaşamayı "öğrenmişlerdi". Asaba sistemi devam etmekdeydi. O dönemde, daha
doğrusu 1781 yılında yapılan nüfus sayımına göre Başkurtlar sayıca yarım milyondan
biraz az idi. Rusya'dan çok göç alan Başkurdistan'da Rus nüfusunun miktarı da hızla
artmakta idi.
1798 yılında Başkurdistan 12 büyük uruklarına göre Kantonlara ayrıldı ve 17 ile
45 yaş arası tüm asaba Başkurtlar asker sayıldı. Ancak ateşli silahlara izin
verilmiyordu, sadece ok, yay ve süngü ile teçhiz ediliyorlardı. Elbiseleri hanlar
zamanından kalma idi.
Ayrıca, askeri hizmeti kendi paralarıyla yapmaları gerekiyordu. Başkurtlar Rus ordusu
saflarında 1756-1763 yıllarında 15.000 kişilik 12 alay olarak göreve başladılar.
O dönemde Berlin işgalinde ön saflarda yer almışlar ve Almanlara da korkulu anlar
yaşatmışlardı.
 |
 |
Başkurt komutanı
|
Berlin sokaklarında bir Başkurt askeri ok atışını göstermektedir (eski bir gravür)
|
Rus ordusu saflarında seferlerle sınırlı kalmayıp Rusyanın hem Doğu hem de Batı
sınırlarında askeri görev yapmaktaydılar. Batıda 5.500 civarı asker devamlı bulunurdu.
Son geniş katılımlı sefer 1812-1814 Rus Napolyon savaşlarında olmuştur. Bu savaşa
Başkurtlar gönüllü olarak katılmış ve 24 başıbozuk süvari alayı teşkil etmişlerdi.
Parise kadar da savaşarak varmışlardı. Ustaca ok yay kullandıkları için Fransızlar
onlara "Kuzeyli Amur" demişlerdi. Zamanın şahitlerine göre, Başkurtlar düşman üzerine
yürürken, iki oku dişlerine, ikisini de eline alarak dört oku peş peşe seri şekilde
attıktan sonra süngü ile saldırmaktaydılar.
"Başkurtlar Pariste" gravüründen bir parça
Avrupa'da Başkurt İzleri
Benim Avrupa'ya gitme fırsatım olmadı ama 1812-1814 yılları arasında benim dedemin
dedesinin babası Devletkul 15. Alay'la Drezden'e kadar gitmiş ve onun kuşatmasına
katılmıştır. Bu savaşa gidenlerin hemen hemen yarısı uzak diyarlarda can vermiş,
vatanına dönememiştir.

Schwarz şehrindeki kilise çatısındaki ok |
Avrupa'ya kendilerini hatırlaması için Başkurtlar hatıra olarak meşhur Alman yazar
ve şair Johann Wolfgang von Goethe'ye ok yay hediye etmişler. Rivayetlere göre Goethe
ömrün sonuna kadar bahçesinde ok atarak zaman geçirmiştir. Şimdilerde o yay, Goethe
müzesinin deposunda saklanmaktaymış. Diğer hatıra, Schwarz şehrinin kilisesinin
çatısında bulunan ok. Rivayetlere göre Başkurtların oklarının etkin bir silah olduğundan
şüphe duyan yerli halka göstermek için askerlerden biri kilise çatısına ok atmış.
Ok çatıyı delmiş ve orda kalmış. Zamanla çürüdüğü için demir ok ile değiştirilmiştir.
1862 yılnda Kantonlar sistemi kaldırılmış ve Başkurt ordusu feshedilmiştir. Bu
tarihten sonra Başkurtlar da diğer Rus tabaları ile aynı hukukta askere alınmaya
başlandılar (Şunu söylememizde yarar var, 1861 yılına kadar Rusya'da resmi kölelik
sistemi vardı, yani basit halk Amerika'daki zenciler gibi birilerine bağlı köle idiler.
Başkurtlar ise özgür idiler). Artık Başkurtlar silahlarını bırakıp milli çalgıları
korayı çalıp eski günleri hatırlamakla yetineceklerdi, ta 1917 yılına kadar…
Rus Devrimi: Fırsat
1917 yılı Şubat ayında Rusya'da burjuvazi devrimi yapar, çarı uzaklaştırır ve Geçici
hükümet kurulur. Bunu fırsat bilen Başkurtlar Temmuz 1917'de I. Genel Başkurt Kurultayı
toplar, çalışmalara başlar ve 15 Kasım 1917'de Başkurdistan Milli Muhtariyetini
ilan eder. Aynı anda da Başkurt Milli Ordusu kurmasına da başlatmışlardır. Bu Muhtariyet
ilanı Rusya tarihinde bir ilk olmuştur ve şu anda bağımsız devlet olan Kazakistan
ve diğer türki cumhuriyetlerin hepsinden önce ilan edilmişti.
Bolşevikler devriminden sonra Başkurt ordusu onlara karşı savaşan Beyaz ordunun
safında yer almıştır. Ancak 1918'de Azerbaycan'da bulunan Türk ordusu ve Kazakların,
Alaş Ordusu ile birleşerek Rusya'yı Türkistan'dan ayıracaktır korkusu olan Beyaz
Ordu'nun saldırısına uğrayan Başkurtlar, Sovyetler tarafında geçmek zorunda kaldılar.
1919 yılında hem Kazak Alaş Ordusu, hem Başkurt Ordusu Sovyetlerle sulh andlaşması
imzaladı. O günlerden Başkurt Ordusu 27.000 askerden ibaretti. Dönem çok kötüydu.
Muhtariyeti ne Kızıl, ne de Beyaz Ruslar istiyordu. Zaman zaman Başkurt Ordusu her
iki tarafa da cephe almak zorunda kalıyordu. Mühimmat hiç bir yerden alınamıyordu.
Mermi eksikliğinden sadece kılıçlarla hücum edebiliyorlardı. Ruslar tarafına geçen
Başkurtlar, Kızıl Ordu komutanı Ermeni çetecisi olan Gayk Bjişkiyan'ın komutasındaki
askerlerin saldırısına uğraması sonucu birçok kayıp vermiş, bazı bölüklerin de tekrar
Beyaz Ruslar tarafına geçmelerine neden olmuştur.
Beyaz Ruslar tarafına geçenler arasında Kurbangaliyev Muhammed Abdulhay da olmuştur.
Kendisi Beyaz Rusların sonu gelene kadar onların safında savaşmış, Müslüman askerlere
imamlık yapmıştır. 500'e yakın Başkurt askeri ile Mançurya'daki Japon ordusuna katılmış
ve 1925 yılında Tokyo'ya taşınmıştır. Burada Müslüman cemaatinin imamlığını yapmış,
medrese ve matbaa kurmuştur ve Tokyo'da ilk cami inşaatına başlamıştır. 1939 yılında
bazı çevrelerin şikayeti sonucu Japonlar tarafından Mançurya'ya sürgüne gönderilmiş,
1945 yılında Kızıl Ordu tarafından esir alınmış ve 1955 yılına kadar hapiste yatmıştır.
Beyaz Rusların Kızıl Ordu'ya yenilmesi ile Başkurt Ordu komutanlarında birçoğu,
aralarında bu yazıyı yazarken eserinden istifade etmiş olduğum şahıs, milli kahramanımız,
Türk tarihçisi, İstanbul Üniversitesi Profesörü Ordinaryus Ahmet Zeki Velidi Togan*
da bulunmaktaydı. Kendisi Enver Paşa ile birlikte Ruslara karşı çarpıştıktan sonra,
Orta Asya'daki bağımsızlık hareketleri bastırılınca Türkiye'ye taşınmış, Türk ve
İslam tarihi konusunda değerli eserler bırakmıştır.
Bağımsızlık hareketi bastırılan Başkurtlar Başkortostan Muhtar Sovyet Cumhuriyeti
kurulduktan sonra 1991 yılına kadar o statüde kalmış, sonra Başkortostan Muhtar
Cumhuriyetini ilan ederek, Rusya Federasyonu'nu oluşturan birkaç cumhuriyetten biri
olmuştur.
 |
 |
Başkurdistan haritası |
Doğa manzarası |
Şu anda Başkurdistan, yarısı Avrupa, yarısı da Asya'da bulunan ve 143.600 km2
alana sahip, yaklaşık 5 milyon nüfusa sahip bir ülke konumundadır.
Bunların %64'ü şehirde yaşamaktadır. Toplam nüfusun, Ruslardan sonra, %29'nu Başkurtlar
oluşturmaktadır.
Resmi web sitesi:
www.bashkortostan.ru
1932 yılından itibaren petrol çıkarılmaktadır. Sanayi, ağırlıklı olarak ham petrolü
işleme üzerine kurulmuştur. Petrol haricinde diğer doğal kaynaklar bakımından da
çok zengindir.
2007 yılı verilerine göre Türkiye Başkortostan'a yatırım yapan ülkeler arasında
4.olarak yerini almıştır. (İngiltere, Avusturya ve İrlanda'dan sonra)
*Zeki Velidi Togan, Başkurtların Tarihi, Türksoy Yayınları
No.18, Ankara 2003
Azat Kuldevlet yazıları
|